Eğitimci Yazar Veysel Issı, ‘Beyşehir Gölü Ölüyor!..’

Eğitimci Yazar Veysel Issı, ‘Beyşehir Gölü Ölüyor!..’

Beyşehirli eğitimci yazar Veysel Issı, Beyşehir Gölü’nün son haliyle ilgi bir yazı kaleme aldı.
Hemşehrimiz Veysel Issı’nın kuruyan Beyşehir Gölü ile ilgili olarak görüş ve düşüncelerini paylaştığı yazı şöyle:
‘Orta Anadolu’nun bozkırında, çevresine can suyu olmuş, bereket olmuş, masmavi bir göl. Yurdun en büyük tatlı su gölü. Görenlere huzur, dinginlik veren bir mavilik. Sığamıyor kabına. On beş gözlü tarihi taş köprünün gözlerine, geminden kurtulmuş atlar gibi saldırıyor. Sahili dövüyor hırçın hırçın. Zaman geçiyor. Önce kenarlardan çekilmeye başlıyor, insanlardan uzaklaşmak ister gibi. Çekiliyor, çekiliyor havzanın ortasına doğru toplanıyor. Eski maviliğini yitiriyor. Kirli bir yeşile dönüyor gitgide. Mavilik tükendi, biz tükendik.
 İhtiyar aynalı sazan, yanında toplanan birkaç çeşit balığa eski anılarını anlatıyor. Hüzünle ve eski günlerin özlemiyle bakıyor onlara doğru. Çeşitleri ne kadar da azalmış. “Yüzmekten, oynamaktan yorulurduk eskiden. Suyumuz, yemimiz, çeşidimiz bol; sayımız çoktu. Önce sular çekilmeye başladı. Gölün ortasına doğru sıkıştık. Bolluklarımız birer birer azaldı, biz azaldık.” Sesinden acı akıyor. “Ne güzel de anlatıyor.” diye düşünüyor küçük balık. “Bir de balıkların hafızası zayıf derler.” İhtiyar balığın gözündeki iki damla yaşı suyun içinde göremiyorlar. Balık tükendi, biz tükendik.
 Gece erkenden hazırlanıyor. Ne kadar tez gidebilirse o kadar iyi yer kapacak. “Bir de bu çıktı başımıza. Gölde ağ atacak yer bulamıyoruz. Eskiden yer seçerdik, şimdi yer bulamıyoruz.” diye söyleniyor kendi kendine. Biraz umut, çokça çaresizlik. Koca evin geçimi gölden tutacağı balıklara bağlı. Pancar motorundan bozma kayığını çalıştırıp umutla sürüyor, gölün ortasında azıcık kalan derin sulara doğru. Herkes de onun gibi düşünmüş olmalı. Kayıkların ateş böceğini andıran ışıklarını, orta yerde toplanmış, oynaşır görünce şevki kaçıyor. Balık tutamayacağına mı, ağ atacak yer bulamadığına mı yansa bilemiyor. Derinden bir “offf” çekiyor. Balık tükendi, biz tükendik.
 Uzak denizlerden gelmişlerdi bu verimli göle. Onların yaşaması için ne lazımsa fazlasıyla vardı. Çığlık çığlığa, neşe içinde oynaya oynaya, o koy senin, bu kayık yanı benim kanat çırpıp dolaşırlar, günlerini gün ederlerdi. Ne oldu da hayat böyle kötü davranmaya başlamıştı onlara? Şimdi karınlarını doyurabilirlerse ne ala. Neşeli çığlıkları, oyunları gölün suları gibi günden güne azalıyor, kuruyor. Gölle birlikte bir hüzün çöküyor üzerlerine. Martı tükendi, biz tükendik.
 Anadolu Selçuklu Devleti’nin sınır beyliklerinden Eşrefoğlu Beyliği’nin kadim kenti: Beyşehir. Şehirlerin beyinin gölü: Beyşehir Gölü. Alaeddin Keykubat’ın, “Cennet ya burasıdır, ya da buranın altındadır.” dediği yer. Tükenmeye yüz tutmuş sularıyla dalgalanmaya çalışarak insanoğluna doğru, görünmeyen ellerini uzatıyor. Son bir umutla yalvarıyor, “Tutun ellerimden, kurtarın beni, nefes alamıyorum. Ben ölüyorum. Beyşehir Gölü ölüyor.” Göl tükendi, biz tükendik.’